"Bi'iyilik Yap Akçakoca" Kompozisyon yarışmamızı Karaman'dan duyup, yazdığı hikayeyi bizlere yollayan M.Furkan Şaşma'ya teşekkürlerimizle...
MELEKLERİ AĞLATAN ÇOCUK
Karşılıksız sevdim mutfak
penceremizin altını bekleyen sarı kediyi. Önüne döktüğüm bir bardak sütün,
verdiğim bir kap suyun hesabını asla tutmadım. Onun bana güvenmesiydi bu
işin güzelliği. Dizlerimin dibine benden korkmadan, ürkmeden sokulabilmesiydi.
Beni kendisine yakın kılabilmesiydi. Benden olabilmesiydi. Ne garip, kelebeğin
kanadından ürken o sarı kedi, bir zamanlar hiç tanımadığı beni, şimdi
koruyucusu gibi görüyor. En dara düştüğü zamanlarda gelip dizlerimin ardına saklanıyor.
O bana her sokulduğunda biliyorum ki, ak yüreğim meleklerin katında daha bir
aklanıyor.
Yılların yorgunu yaşlı bir teyzenin
kolları, bu pazar poşetlerini taşıyası değil. Hiç tanımadığım o teyzenin
ellerinden poşetlerini alıp, gideceği yere kadar yardım edebileceğimi
söylediğim zaman, biliyorum ki melekler beni alkışlıyorlar. Teyzenin
dudaklarından dökülen dualar bir çoban çeşmesinin serin suyuna benziyordu.
Bıkmadan usanmadan taşıdım. Yoruldukça insan olduğumu anladım. Yoruldukça
sevdim kendimi. Bir gün kimsem yok benim yavrum dedi, ağladı, ne garip hiç
tanımadığım kadına ben de ağladım. Hayatımın en güzel sürprizlerinin sebebini
ben bu kadının dualarına bağladım.
En çok paylaşmayı sevdim. Bir
dağ köyünün ürkek çocuklarına, kullanmaya kıyamadığım oyuncaklarımı verdiğim
zaman büyüdüm ben. Kırmızı kamyonumu, uzaktan kumandalı arabamı, ışın
tabancamı, pelüş ayıcıklarımı bir başka çocuğun kollarında gördüğüm an ve o
çocuğun tebessümüne şahit olduğum an büyüdüm. Meğerse paylaşmak denen olgu ne
güzelmiş. Meğerse tebessüm ettirebilmek ne kadar mutluluk vericiymiş. Gülümse
sen ey çocuk. Herkeslerden çok senin hakkın var buna. Sen gülümsedikçe bahar
gelecek, cemreler düşecek başımıza. Sen gülümse çocuk, o zaman karanlıklar
birer birer gömülecek aydınlığa. Sen gülümse çocuk, nehirler çağlayacak sen
güldüğünde, göllere yakamozlar düşecek. Ak güvercinler konacak
pencerelerimizin pervazlarına
Ekmeğimin kırıntılarını koydum
duvarların üzerine. Kuşlar o yüzden şakıdı durdu bahçemde. İyilik kelimesi
bayraktar oldu, başı çekti gönül lehçemde. Ne bir susuzluğu oldu ağaçların, ne
de çiçekler ağladı benim yanımda. Bana yaratılanı hoş gördük, yaratandan ötürü
diyen Yunus Emre’nin ölümsüz sevdaları mihmandar oldu hep. Onun gözüyle baktım
cihana. O yüzden baktığım her şey, gördüğüm, duyduğum her şey şiir oldu
bana.
Özgürlüğü öğrettim gün yüzü görmemiş bir köpeğe. Doğduğu
günden bu yana hiç dışarı çıkarılmadığını, hep demir parmaklıkların arkasına
hapsedildiğini duyduğum o köpeğin gözlerinde görmüştüm hüznü. Sanki beni
buradan çıkar der gibiydi. Benim de hakkım var deli taylar gibi gezmeye diyordu
sanki. Yürüdüğümden, koştuğumdan hicap etmiştim o an. Günlerce ekmek getirdim,
günlerce elimi uzatarak dokundum başına. Gideceğim zaman gitme dercesine ses çıkaran
o köpeğin özgürlüğü için dil döktüm sahibine. Sen gezdiremiyorsan senin yerine
ben gezdireyim diye yalvardım. İlk kez yürüyordu bu şehrin sokaklarında.
Dünyayı ilk kez bu kadar yakın görüyordu. İlk kez kokladığı çimler, ilk kez
yuvarlandığı toprak. Onun özgürlüğe olan bu hasretliği benim yüreğimi
dağlıyordu. O özgürlüğünü yaşadıkça gökyüzündeki tüm melekler ağlıyordu.
Ben böyleyim işte. Melekleri ha bire
ağlatan haşarı bir çocuğum. Kaf dağının ardında devlerin olduğuna
inanan ve o dağların ardına sefer etmeye hazırlanan çocuğum ben. Anka
kuşlarının sırtına binmişliğim var benim. Kırmızı başlıklı kızla gezmişliğim.
Keloğlanın saçları var aslında. Külkedisinin gözyaşlarını görmüşlüğüm var
benim. Yedi yücelerin sofrasına ben de oturdum. İnatçı iki keçiyi düştükleri
dereden kurtaran benim. Ağustos böceğine zemheride kapısını kapatan karıncaya
kızgın, karganın ağzından peynirini kapan tilkiye dargınım.
Yıldızlarla tanışıp saçlarıma taç yaparım onları. Güneşle konuşurum. Ayın
şavkını davet ederim akşamları bahçemize. Her çiçeğin adı var bende. Gökte uçan
bütün kuşlarla tanışığım. Bulutlar yoldaşımdır. Dünya yüzünde gelmiş gelecek
bütün çocuklar kardeşim. Gökkuşağından ip yapar sek sek oynarım yağmurların
altında. İpin bir ucunu bir kıtadan tutarlar bir ucunu diğer kıtadan. Bize
böyle öğretilmişti. Gökkuşağını paylaşmayı öğrendik atadan.
Bozkırın ortasında küçük bir şehirde
yaşıyorum. Yaşça herkesten küçük ama yürekçe çoğu kişiden büyüğüm ben.
Bakmayın siz çocuk yaşıma benim. Yüreğimde büyük sevdalar taşıyorum. Bu
küçük yüreğe ne dağlar sığdırdım ben, ben bile şaşıyorum. Sevdalarımla yol
aldım ben, sevdalarımla yaşıyorum. Dünya yüzünde hiçbir insanın hiçbir canın
acı çekmesine razı gelmiyor yüreğim. Yananla nedense ben yanıyorum. Üşüyenle
ben üşüyorum. Bir damla gözyaşı düşerken gözlerden, ben de uçurumlardan
düşüyorum
İnsan olmam bunu gerektiriyor. Bir
yürek taşımam bunu gerektiriyor. Sevmem sahiplenmem korumam ve ezdirmemem
gerekiyor. Sevginin penceresinden baktığım zaman her şey daha bir güzel gözüküyor
gözlerime. Dünya daha yaşanılası geliyor. Nefes daha bir çekilesi
yüreklere. Keşke herkesin yüreği o sevgiden nasibini alsa. Kimi vakit
haber bültenlerinde yazılı basında gördüğüm haberler karşısında hayrete düşer
oluyorum. İnsan bu kadar mı gaddar olabilir, bir insan bu kadar mı vicdan ve
merhametten yoksun olabilir. Bir kediye tekme atarak öldüren bir insanın
kendi çocuğunu nasıl seveceğini merak ediyorum. Ne yaparsa yapsın, suçu
ne olursa olsun eziyet ve işkence hiçbir hayvana hak değil. Kuyruğuna teneke
bağladıkları kedinin feryadına gülüp eğleniyorsa çocuklar ben çocuk olmak
istemiyorum.
Siz hiç gözlerine baktınız mı onların. Siz hiç başlarını sıvazladınız mı
sevgiyle. Masumiyetlerinden başka hiçbir günahları olmayan hayvanların da bir
canı var. Onların da damarlarında kan akıyor. Sizin elinize bir diken
battığında nasıl yanarsa canınız onların da yanar canları. Siz yaranız varsa
sardırırsınız. Onların yarasını ya toprak ya çamur kapatır. Siz feryat
ederseniz canınız yandığında söze dökersiniz. Onlar kuytu bir köşede için için
ağlarlar olmayan dilleriyle. Hiçbir canın son nefesini insanlığa ve
insanoğluna nefret duyarak vermesini istemiyorum ben.
Her şeye rağmen yitirmedim umudumu. Bu can bende oldukça penceremin pervazına
konan kuşlara verecek ekmeğim vardır elbet. Mutfak penceremizin altını bekleyen
o ürkek sarı kedinin soframdan alacağı payı daimdir. Ben yine kurumuş
ekmeklerimizi köye giderken asfaltın kenarına bırakacağım Lafonten’in
tilkilerine. Dilerim ne ağustos böcekleri evsiz kalsın kara kışta. Ne de
karıncalar boş çevirsin kapısına geleni. Dilerim hep olsun mutluluk olsun
ve hep olsun ağlayanların gözyaşlarını sileni. Sevgi başımızda taç, sevgi
derdimize en köklü ilaç olsun. Sobanızın kenarında kıvrılıp yatan o kedinin
gözleri olsun aydınlığınız ve güzelliğiniz.
Dünya yüzünde kötü olan bütün
duyguların ellerini bağlatacağım.
Söz verdim kendime melekleri ben
daha çok ağlatacağım.
Yazan : Mehmet Furkan Şaşma
Okul: Karaman M. Hatun
Ortaokulu
Sınıf: 8
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder